GÖZDE DEĞİL ÖZDE İSTANBUL
(Prestij Kitap için hazırlanan yazı)
Yaşarken değil ama yaşadıktan yıllar sonra "İyi ki yaşamışım." diyebiliyorum. Kim derdi ki köy şartlarında doğacağım, kasaba şartlarında kör olacağım ve yetişeceğim, şehir şartlarında okuyacağım, metropol şartlarında işe gireceğim,ülke şartlarında milletvekili olacağım, Avrupa şartlarında ülkemi temsil edeceğim... Bütün bunlar geçmişte oluşan kişilik, edep, terbiye ile İstanbul'un adeta zorla oluşturduğu vizyonun birleşmesinin bir sonucu diye düşünüyorum.
İstanbul'dan ilk defa 19 yaşında geçtim, 20 yaşında da İstanbul'da bir süre kaldım. 22 yaşından itibaren de neredeyse hiç ayrılmadan ve ayrılamadan yaşıyorum. Şimdi fark ettim ki İstanbul'la her ilişkim olduğunda hayatımın dönüm noktaları olmuş. İstanbul'dan geçtiğimde hayatımın en önemli belirleyicilerinden olan ilk yurtdışı seyahatim için gidiyordum. İkinci gelişimde kör olarak ilk defa kendi başıma hareket ediyor ve ilk defa işportacılıkla para kazanıyordum. Üçüncü gelişimde yine kendi kazandığım parayla paralı yatılı olarak liseye başlayabildim. Ayrılmamak üzere gelişim ise Boğaziçi üniversitesine başlamak içindi. Boğaziçi yılları da benim hayatımın bir üst vitese geçip devam ettiği yıllardı. Yine şimdi anlıyorum ki İstanbul fırsatlar şehriydi ve her gelişimde tabiri caizse adeta benim gözümü açıyordu. Soruyorum kendi kendime "acaba gözünün önündeki fırsatları görmeyenler İstanbul'da veya İstanbul'u yaşamadılar mı?" Vallahi pes doğrusu! Allah'ın körüne bile İstanbul gösteriyor ve diğerleri bunları göremiyorsa ne denir ki başka?
Eğer İstanbul'a gelirseniz veya İstanbul'da yaşayıp farkında değilseniz ve Arnavutköy'e, Maltepe'ye, Hürriyet veya Merkez Mahallelerine gitmek isterseniz taksiciye lütfen detaylı adres verin. Taksici sizi kandırmaz ama siz çok para ödersiniz. Nasıl mı? Ben taksici olsam ve siz de benim arabaya havalimanından binseniz ve bana deseniz ki "Arnavutköy'e gitmek istiyorum." Ben sizi Arnavutköy'e götürürüm. Siz muhtemelen dersiniz ki "Kardeşim ben Arnavutköy'e dedim, burayı demedim ki." Ben de, "Efendim burası Arnavutköy." derim. Siz de "Ben sahildekini demek istedim." diye çıkışırsınız. Ben de içimden gülerek "Efendim öyle desenize." Siz istediğiniz yere vardığınızda dört katı falan ödeme yapmış olursunuz. Siz de bir daha ömür boyu unutmazsınız. O detayı öğrenmek için o kadarcık para harcamış olursunuz. İstanbul'eda kimse kimseyi kolay kolay kandırmaz ama hayat şartları herkesi gözü açık hale getirir. Ev alırsınız eğer dikkat etmezseniz sizin eviniz ne kadar yukarıda olursa olsun aşağıdaki gecekonduların bacalarının dumanları sizin eve dolar. Yaşlı bir teyze Kadıköy'de bir balıkçıya gitmiş, "Evladım balıklar taze mi?" diye sormuş. Balıkçı "Anneciğim canlı canlı." diye malını över. Teyze tekrar sorar, aynı cevabı alır. Tekrar sorup yine aynı cevabı alınca dayanamaz der ki, "Evladım ben de canlıyım ama taze değilim" der.
İstanbul ve İstanbullular çok büyüktürler. Eski adıyla Konya Gazi yeni adıyla Konya Lisesi'nde okuyordum, tabi ki Konya'da. Sınıfa girerken kafamı hafifçe kapıya çarptım. Ortalıkta kimse de yoktu. Ben bu çarpma hadisesini bir kaç ay sonra Konya'dan 115 kilometre uzaklıktaki bir köyde duydum. Dolayısıyla bu vaka, körlerin neden okula gönterilmemesi gerektiğine bir gerekçe olarak anlatıldı. Halbuki bana göre öyle doğaldı ki. Kör olsun olmasın herkes bu tür kazacıklara maruz kalabilirdi. İstanbul'da yaşadıklarım bırakın kazacığı, kaç sefer ölümden döndüm, ama ben anlatmasam kimse bilmez. Benim eksikleirmi hep örtmüştür büyük İstanbul ve İstanbullular. Fakirdim. Bir İstanbul hanımefendisi kışın giyecek kıyafetimin olmadığını öğrenmiş, bana benim hayatta alamayacağım pahda bir palto almıştı. Onu bana verirken öyle tevazu yaptı ki sanki o, alan, ben ise veren durumundaydım. Burs verenler hep bankayla verdiler. Her ay beni çağrıp rencide etmediler. Kız arkadaşımla parklarda buluştuk. Yakın oturduk, el ele tutuştuk, yeri geldi sarıldık da. Ne kız arkadaşımı, ne de beni ağızlarına sakız etmediler. Biz de bu asaletten ders çıkardık ve edepsizlik etmedik, hemen soluğu nikah masasında aldık. Öğrenciyken eve çıktık. Tanıdıklar işe yaramayan eşyalarını bize vermediler. Son derece güzel kullanmadıkları eşyalarını bize verdiler. Bir kısım arkadaşımız da kendi kullandığı çatal, kaşık, tabak getirdiler. Gece hayatından sabaha karşı çıkıp beni elimde bavulla görüp gideceğim adrese, yorgun argın olmasına rağmen bırakan insanları mı ararsın, dört beş yaşındaki çocuğuna, "Yavrum sen burada birazcık bekle, ben görme özürlü abini karşıya geçirivereyim." diye karşı geçiren, sonra yavrusunun yanına dönerken kaza geçirip ölen anneyi mi ararsın. Allah mekanını Cennet ve o yavrunun da her iki dünyasını aydınlık etsin. Trenin altına düşüp altında kalmak üzereyken saniye farkıyla kurtarıldığımı, Boğazın sularına düştüğümü, öğrencilik yıllarında pek çok zaman iki öğün yemek yemek zorunda kaldığımı İstanbullular söylemezler. Duysanız duysanız benden duyarsınız.
Pek çok İstanbullu yapar, ben bir örnek üzerinde anlatayım. Diyelim ki Rumelihisarüstü'nde Boğaziçi Üniversitesi'ne gideceksiniz. Buraya Eminönü, Taksim ve Şişli'den otobüsler gider. Bu üç güzergahtan gelen otobüslerin güzergahı Zincirlikuyu'da birleşir. Dolayısıyla siz ne yaprsınız ne yapıp her hangi bir otobüsle Zincirlikuyu veya ondan sonraki duraklara gelmeye çalışırsınız. Çünkü burada arzu ettiğiniz otobüsü bulma ihtimaliniz daha yüksektir. İşte bu şartlar size ihtimal hesapları mantığıyla yaşamayı mecbur kılar. Bu, kolay kolay bir şehirde olmaz. Hangi yolları kullanırsanız en kısa zamanda hedefinize varma ihtimali yüksektir? Bu yaşama tarzı bence en önemli kazanımlardan biridir. Bu durum aklınızdan çıkmayacak komik hatırları da sizin hafızanıza kazıyor. Bir gün Mecidiyeköy'den Boğaziçi Üniversitesine gideceğim. Zincirlikuyu'ya gidip oradan daha çok otobüs bulma ihtimalim olur diye otobüs beklmeye başladım. Duraktaki diğer yolculara da dedim ki "Zincirlikuyu'dan geçen bir otobüs gelince bana söyler misiniz?" Az sonra bir beyefendi tuttu kolumdan "şu otobüs Zincirlikuyu'dan geçiyor" dedi ve beni otobüse bindirdi. Bindirdikten sonra da şoföre ve yolculara tembih etti, "Ne olur bu görme özürlü kardşeimizi Zincirlikuyu'da indiriverin." Ben içimden acayip müteşekkir oldum. Orada birine sordum, "Bu otobüs esasen nereye gidiyor?" Duyduklarıma inanamadım, tam da benim istediğim yere Boğaziçi Üniversitesi'ne gidiyormuş. Zincirlikuyu'ya vardık kapı açıldı, bir yandan yolcu iniyor, bir yandan da şoför ve yolcular beni aşağı indiriyor."Hafız, senin istediğin yere geldik." "Ben inmeyecektim, asıl bineceğim otobüs buydu" falan dememi kimse duymadı tabi. Epey bekledikten sonra başka bir otobüs geldi ve binip okula gittim.
İhtimalli hayat sadece güzergahlarla ilgili değil, ulaşım yöntemleriyle de ilgilidir. Bir yere kara, deniz, demir yollarından biriyle gidebildiğiniz gibi bazı güzergahlara taksiyle daha ucuza bile gidebilirsiniz. Bazen bunlardan bir kombinasyon yaparsınız. Bir arkadaşımız özel araçla 90 dakikada gittiği yere böyle bir kombinasyonla daha ucuza 45 dakikada gidip geliyordu. Anadolu yakasından kendi aracıyla köprü trafiğine takılıyor, benzini, mazotu, köprü parası derken toplu ulaşımdan çok daha fazla masraf eidyordu. Halbuki Üsküdar sahile, oradan motorla, oradan da tramvayla daha ucuza ve çabuk gideceği yere varabiliyordu. Benim en çok beğendiğim yöntemlerden biri de bir kaç kişinin birleşerek taksi tutmasıdır. Bu, bazen beleidye otobüsünden daha ucuza gelir. Bu alternatifler en çok özürlülerin işine yarar. Çünkü şehir içi ulaşımı bize ücretsizdir, o yüzden de bütün alternatifleri rahat rahat kullanırız.
Benim en çok merak ettiğim şeylerden birisi de şudur: Dünyanın neresinde bu kadar çeşitli mal, bu kadar çeşili hizmet, bu kadar çeşitli insan ve bu kadar çeşitli yöntem vardır acaba? Ben pek çok ülkeyi dolaştım ama doğrusu İstanbul kadarına rastlamadım. Eğer aramasını bilirseniz her aradığınızı bulursunuz İstanbul'da. Mal, hizmet veya yöntem konusuna girmeyeyim de insan çeşitliliğinden bahsedeyim. burası beni ciddi ciddi ilgilendiriyor. yetmiş iki buçuk sözü nereden geldi ama çok daha fazla çeşitli, çok daha farklı insan İstanbul'da yaşamaktadır. İnsanlar hem birey olarak birbirilerinden farklıdırlar, hem gruplar olarak, hem de toplum katmalanları olarak birbirlerinden farklıdırlar ve işin güzel tarafı da bu farklılıklarının farkındadırlar. Herkesin farklı olduğunu bildikleri için kimseyi dışlamazlar. Eğer bir dışlama işi başlarsa herkes dışlanmaya namzettir. Dedğim gibi çünkü herkes farklıdır. ben körlüğümü İstanbul'da doğrusu çok az hissederim. Benim körlüğüm pek çok insan için benim ilk ve tek özelliğim değildir. Fikirlerimi birinci sırada tutanlar, sosyal pozisyonumu birinci sırada tutanlar, veli oluşumu, mahalle veya apartman sakini oluşumu birinci sırada tutan o kadar çok insan vardır ki. Pek çok insan benim kendileriyle olduğum için memnundur. O aktiviteye katılmam en önemli ortak noktamızdır. Mesela bir konsere gittim. Organizatörler için, diğer dinleyiciler için ben konsere gelen biriyimdir o kadar. Ne körlüğümün, ne kadın veya erkek oluşumun, ne paramın, ne makamımın ne olduğunun, başörtülü olup olmadığımın önemi yoktur.
Bütün bu ve bunun gibi burada sayamadığım yönleriyle İstanbul'u seviyorum. Elbette ki Boğazı'nın, elbette Marmarası, Karadenizi, ormanları tarihi mekanlarının da önemi vardır ve var. İstanbul'u havadan seyretmek, kötü mü olurdu? Ama ben İstanbul'u özümle sevdim, gözümle sevmedim ki...
|