Değerli arkadaşlar Engelliler Konfederasyonu'nun yayınladığı söylenen bir bildiri bana ulaştı. halk oylamasında olumsuz düşünüyorlarmış. Ancak iddiaları çok tuhaf. Özellikle 3. maddesi çok komik. Okumanızı tavsiye ederim. Önce arkadaşların yazdığını yapıştırdım. Sonra da benim cevabımı yazdım. Sayelerinde neden evet demeyi ispatlamış oldum. İşte iddialar ve cevapları.
1.·Anayasalar, toplumsal sözleşme niteliğindeki belgelerdir. Bu yüzden toplumun nitelikli çoğunluğunun uzlaşmasına dayanmalıdırlar.
Anayasa, bir toplumun kuruluş yasası olup; o toplumun rejimini, kurucu ilkelerini, kurumlarını, bu kurumların işleyiş kurallarını, yurttaşların hak ve yükümlülüklerini tanımlar. Bu nedenle Anayasa toplumsal bir sözleşme niteliğindedir ve toplumun nitelikli çoğunluğunun iradesine dayanmalıdır. Toplumsal iradeyi yansıtabilmesi için de, toplumu oluşturan bireylerce ve örgütlü çevrelerce yeterince tartışılmalı, anlaşılmalı ve özümsenmelidir. İşte o zaman toplumun özgür iradesinden söz edilebilir ve elde edilecek sonuca saygı gösterilebilir. Demokratik bütün Anayasalar böyle yapılmıştır.
12 Eylül 2010 tarihinde halkoyuna sunulacak olan Anayasa değişikliği paketi, toplum tarafından yeterince tartışılmış ve anlaşılmış mıdır? Hepimiz de gayet iyi biliyoruz ki, bu sorunun yanıtı kocaman bir “HAYIR”dır. Değişiklik paketinin tartışmaya açılması ile oylanması arasındaki süre sadece altı aydır. Bu süre 75 milyon nüfusu olan, ekonomik krizle, kanlı terör eylemleriyle boğuşmaktan gözünü açamayan bir toplum için son derece yetersizdir. Üye sayısı birkaç bini geçmeyen derneklerde bile köklü tüzük değişiklikleri en az 5-6 ayı gerektirmektedir.
24 adet kalıcı, 2 adet Geçici Maddeden oluşan bu kapsamlı değişiklik paketi, 6 aylık kısa bir süre içerisinde doğru dürüst tartışılamadan ve anlaşılamadan halkoyuna sunulacaktır. Hiç kuşku duyulmasın ki, halkın büyük çoğunluğu, yaşamlarında ne gibi sonuçlar yaratacağını bilmedikleri bu kapsamlı değişikliklere, tamamıyla siyasal eğilimlerine ve duygusal etkilenimlerine göre oy kullanacaktır. Toplumun yeniden şekillendirilmesinin, böylesine büyük bir bilgisizlik ve kafa karışıklığı üzerine oturtulmasının, ilerde telafisi mümkün olmayan zararlara ve ciddi tehlikelere yol açacağı kesindir. Bu yüzden 12 Eylül’de önümüze konulan Anayasa değişiklik paketi, topluma karşı açık bir dayatmadır. Toplum, değişiklik paketine “HAYIR” ! Diyerek bu dayatmayı ret etmelidir.
Cevap: Bu cümleleri uzaydan gelen birisi söylese anlarım. Türkiye'deki birisinin söylemesi ilginç. Eğer bilerek söylüyorsa bilelim ki yanıltmak için. Neden mi? Bizim anayasamızda anayasa değişikliğinin nasıl yapılacağı, ne kadar süre sonra halk oylamasına sunulacağı gibi her türlü konu açık ve nettir. 12 Eylül tarihini ben mi belirledim? YSK belirledi. Siz başka bir anayasa hazırlasanız sanki farklı tarihlerde mi olacak? Eğer insanların yeteri kadar bilgilenmediği düşünüyorsanız gelin el ele verelim bunu yapalım.
2. * Anayasa değişiklik paketinin hazırlanış yöntemi Engelli Hakları Sözleşmesi’ne açıkça aykırıdır.
Ülkemiz Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 13 Aralık 2006 tarihinde kabul edilen Engelli Hakları Sözleşmesini 30 Mart 2007
Ülkemiz Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 13 Aralık 2006 tarihinde kabul edilen Engelli Hakları Sözleşmesini 30 Mart 2007 tarihinde imzalamış; 3 Aralık 2008 tarihinde TBMM tarafından onaylayıp, Resmi Gazetede yayınlayarak 28 Ekim 2009 tarihinden itibaren yürürlüğe koymuştur. Sözleşme artık, herkes için bağlayıcı iç hukuk metnidir. Sözleşmenin Genel Yükümlülükler başlıklı 4. maddesinin 3. fıkrası aynen şöyledir:
3. Taraf Devletler işbu Sözleşme'nin uygulanmasını sağlayacak yasalar ve politikaların geliştirilmesi ve yaşama geçirilmesi ile engellilere ilişkin diğer karar alma süreçlerinde engelli çocuklar da dahil olmak üzere engellilere onları temsil eden örgütler aracılığıyla sürekli danışacak ve etkin bir şekilde bu sürece dahil edeceklerdir.
1990’lı yıllardan itibaren kabul edilen engellilere ilişkin tüm uluslar arası belgelerde engellilerle ilgili konularda karar alma süreçlerine engelli örgütlerinin katılımları ve yol göstericiliklerinin garanti edilmesi zorunluluğu yer almaktadır. Bu zorunluluk Engelli Hakları Sözleşmesinin de özünü oluşturmaktadır.
Hükümet, 12 Eylül’de oylanacak olan Anayasa Değişiklik Paketini, bu paket içerisinde engellilere ilişkin düzenlemeler bulunduğu halde engelli örgütleri ile görüşmemiş; hazırlanma aşamasında onların bilgilerine başvurmamıştır. Oysa Pakette işverenlerle ilgili hiçbir düzenleme bulunmamasına karşın TİSK, TOBB, gibi kuruluşlarla defalarca görüşülmüştür. Hükümetin bu tutumu Engelli Hakları Sözleşmesi’nin açık ihlalidir. Bu durum bile, tek başına halk oylamasına sunulacak Anayasa Değişikliği Paketine “HAYIR!” dememiz için yeterlidir. Çünkü bizler yıllardan beri “engelliler için, engelliler olmadan asla.” Sloganını, mücadelemizin ve ilkelerimizin en başına koymuş olan bir hareketiz.
Cevap: Tabi burada enteresan bir yanılma söz konusudur. Bu anayasa değişikliği yasalaşmamıştır. Bırakın engelli örgütlerini engellilerin tamamı sürecin bir parçasıdır. Burada dünyanın en geçerli uygulaması olan doğrudan demokrasi uygulanmaktadır. Bundan daha güzel ne olabilir ki? Parlamento anayasa değişiklik maddelerini millet tarafından oylanacak hale getirmiştir. Milletimiz evet derse bu değişim başlar, olumsuzların dediği olursa da bu değişim başlamaz. Her şey açık ve nettir. Olumsuzluk için ciddi bahane arayışı olduğu belli oluyor. Buradan da tutturamadınız. Şu ana kadar bırakın anayasayı, hangi kanun, yönetmelik, genelge çıkarken bu kadar geniş kapsamlı olarak insanlara söz hakkı düşmüştür? Biz, bu madde faydalı mı değil mi ona bakalım. Özürlü arkadaşlarımız da ona göre değerlendirsinler. Tahmin ediyorum tepedeki yöneticilerin aksine özürlü tabanı her zaman olduğu gibi bu yanıltmaları bildiği için hür iradesince karar verecektir.
3. * Engelliler himaye altına alınmak için değil, herkesle eşit hak ve olanaklara sahip olmak için mücadele veriyorlar.
Değişiklik önerisi, Anayasamızın “eşitlik” ilkesini düzenleyen 10. Maddesinde yer almakta; engelliler de, çocuklar, yaşlılar, hak ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler gibi “korunması gereken kişiler” arasında sayılmaktadır.
Bu, son derece yanlış bir belirlemedir. Çünkü dünyada ve ülkemizde engelliler yıllardan beri korumacılığı, başka bir söyleyişle himayeciliği kesin bir biçimde reddetmekte; toplumun diğer kesimleriyle eşit haklara ve olanaklara sahip olmak için mücadele vermektedirler. Eşitlik ilkesine sıkı sıkıya sahip çıkarak, bin yıllardan bu yana süregelen engellilere yönelik ayrımcı duygu, düşünce, tutum ve davranışlar yüzünden toplumun diğer kesimleriyle engelliler arasında açılan uçurumun hızla kapatılmasını istemektedirler.
10. Maddede yapılan değişikliğin gerekçesi pozitif ayrımcılık olarak açıklanmaktadır. Oysa, engellilerin istemi, herhangi bir ad altında asla ayrımcılık değildir. Bin yıllardan beri süregelen ihmalin, horlamanın, gasp edilen hakların telafi edilmesi, engellilerin toplumun diğer kesimleriyle eşitlenmesidir. Bu yüzden kayırmacılık ve ayrıcalık gibi algılanan pozitif ayrımcılık kavramını ret ediyoruz. Öte yandan engellilere rağmen ve onlara sormadan “pozitif ayrımcılık yapıyorum” iddiası, en hafif değişle engellileri saf insanlar yerine koymak anlamına gelir ki, bunun böyle olmadığı engelli örgütlerinin son 20 yıllık mücadele deneyimiyle kanıtlanmıştır.
Anayasanın 10. Maddesinde yapılmak istenen değişiklikle engelliler korunması gereken kişiler olarak değerlendirilmek suretiyle, eşitlik istemine ağır bir darbe indirilmektedir.
Çünkü, koruma ya da himaye, hak eksenli bir yaklaşım değildir. Himaye anlayışı Eşitlik isteminin bütün mantıksal ve psikolojik dayanaklarını ortadan kaldırmakta; engellileri üretim sürecinin ve toplumsal yaşamın etkin özneleri olarak kabul etmemektedir. Onlar sadece korunması ve bakılması gereken kişilerdir. Korunması ve bakılması gereken bir kişinin, üretimde, toplumsal ve kültürel yaşamda, siyasette etkin rol alması düşünülebilir mi?
Himayeci ve korumacı anlayış çağdaş değildir; çağ dışıdır. Engellilerin üretici ve yaratıcı yeteneklerinin ve potansiyellerinin bilinmediği, bunların bilinmesinin koşullarının da oluşmadığı dönemlere aittir. Korumacı ve himayeci anlayış, zorunlu olarak iane ve sadaka kültürünü doğurmakta ve beslemektedir. Engellileri, yapacakları yardımla sevap kazanacakları ve cennetin kapısını açacakları inancında olan dindarların veya yapacakları yardımlarla vicdanlarını susturmak isteyen varsılların duygularını tatmin aracı haline dönüştürmektedir.
Elbette ki engelliler arasında da koruma ve bakım altına alınması gereken kişiler vardır. Bunlar, üretim sürecine ve toplumsal yaşama katılamayacak derecede ağır engeli bulunanlardır. Ama engelliler bir bütün olarak asla bu kategoride değerlendirilemezler.
Anımsanacağı gibi, iki yıl kadar önce Sayın Prof Dr. Ergun Özbudun ve ekibine hükümetçe hazırlatılan Anayasa değişikliği taslağında kadınlar da “korunması gereken kişiler” arasında sayılmaktaydı. Ancak kadın örgütlerinin gösterdikleri tepki yüzünden, kadınların korunması gereken kişiler arasından çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Demek oluyor ki, biz engelli örgütleri, bu çeşit yaklaşımlar karşısında tepkilerimizi yüksek sesle dile getiremediğimiz için bizimle ilgili değerlendirme değişmemiştir.
Engellilerin bu korumacı ya da himayeci anlayışı kabul etmeleri olanaksızdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bizim başlıca istemimiz eşitliktir. Engellilerin toplumun diğer kesimleriyle üretimde, toplumsal yaşamda, eğitimde, kültürde, siyasette herkesle eşit hak ve olanaklara sahip olmalarıdır. Ülkemiz için de bağlayıcılığı bulunan Engelli Hakları Sözleşmesi’nin 50 maddesinin tamamı eşitlik ilkesine vurgu yapmakta; korumacılığı ve himayeciliği kesin bir dille reddetmektedir. İşte bu nedenle de engellilerin 12 Eylülde halkoyuna sunulacak olan Anayasa Değişiklik Paketine “HAYIR!” oyu kullanmaları gerekmektedir. Bu tutum, bu güne dek savunduklarımız ve uğruna mücadele ettiklerimiz konusunda ne denli samimi ve tutarlı olduğumuzun ölçütünü oluşturacaktır.
Cevap: Çok komik dediğim madde bu. Eğer arkadaşlarımız bu yazdıkları maddede samimiyseler evet demek için bir gerekçeleri var artık. Neden mi? Özürlülerle ilgili madde tam bu arkadaşlarımızın arzu ettiği gibi. "Koruma" kelimesi arkadaşlarımızın söylediği gerekçelerden dolayı madde metninden çıkarıldı. O zaman evet oylarını bekliyorum. Ben de bu hususta arkadaşlarımız gibi düşünüyorum. Hatta hatırlayacaklardır. Tesadüfe bakın, yine bir ramazan bayramı günü biz anayasa teklif maddesi üzerinde çalışmıştık. Aynı şeyleri düşünüyorduk. Şimdi anayasada yer alan madde de hepimizin istediği gibi olmuştur. Temelde hayatın her alanına eşit katılımı sağlamaktadır. Hatta daha da ileri gidip korunacak özürlü yerine bütün özürlüleri, eşit imkanlar verilmesi gereken insanlar olarak görmektedir.
4. Son “HAYIR!” gerekçemiz ise bağımsız yargı ile ilgilidir. Engellilerin hak ihlallerinin tarafı büyük çoğunlukla devlettir. Çünkü genellikle hükümetler, çıkardıkları yasalar ya da tüzük ve yönetmeliklerle ya da yaptıkları haksız yönetsel işlemlerle hak ihlallerine yol açmaktadırlar. Şu anda iptali için yönetsel yargıda dava açtığımız beş yönetmelik, anayasaya aykırılık itirazında bulunduğumuz iki yasa bulunmaktadır. Engellilere öğretmenlik yolunun açılması bir yönetmelik iptali sayesinde gerçekleşmiştir. Sınıf öğretmenliğine atanmayan görme engelliler bu haklarını yargı yoluyla elde etmişlerdir. Haksız gerekçelere dayanılarak kapatılan Niğde Cemil Meriç Görme Engelliler İlköğretim Okulunun kapatılması, yine yönetsel yargı yoluyla önlenmiştir.
Kuvvetler ayrılığı rejiminde yasama, yürütme ve yargı birbirinden bağımsız, ancak birbirini dengeleyen üç temel kuvvettir. Yargı, yürütmeden bağımsız olmadığında, yurttaşlar, devlet karşısında korumasız ve savunmasız kalacak; hükümetlerin yaptığı hak ihlalleri nedeniyle açılan davalar, doğal olarak yürütmeye bağımlı yargı organlarınca reddedilecektir. Böyle bir rejimin demokrasi olarak adlandırılamayacağı açıktır. Bu çeşit rejimlere siyaset biliminde “totaliter rejimler” denilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, Anayasasında açıkça belirtildiği gibi, kuvvetler ayrılığına ve yargının bağımsızlığına dayanan demokratik bir devlettir. Şimdi getirilmek istenen Anayasa değişikliği paketiyle yürütmenin yargısal süreçlere müdahalesi arttırılmakta; bağımsız yargıçları ve savcıları seçen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yapısı, hükümetlerin yetkilerini arttıracak bir biçimde değiştirilmektedir. 22 olarak ön görülen HSYK’nın üyelerinin 16’si, doğrudan ya da dolaylı olarak hükümet tarafından belirlenmektedir. Hükümetin üyesi olan Adalet Bakanı, Kurulun başkanıdır. HSYK üyeleri üzerinde ciddi vesayet yetkileri bulunmaktadır. Böyle bir kurulun seçeceği yargıç ve savcıların bağımsız olmaları düşünülebilir mi?
Anayasa Mahkemesi de benzer bir operasyonla karşı karşıya bulunmakta; mahkemeye üye seçiminde, yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı’nın yetkileri arttırılmaktadır. Bu nedenle Yasama Organınca yapılan yasaların anayasaya aykırılığı iddiasıyla açılacak davaların büyük çoğunluğunun, bu iddialar haklı olsa bile, iptalle sonuçlanamayacağı açıktır. Bu durum Cumhuriyetimizin demokratik niteliğini zayıflatmakta; totaliter eğilimlerin güçlenmesine zemin hazırlamaktadır.
Bağımsız yargı, tüm yurttaşların olduğu gibi, engelli haklarının da güvencesidir. Bağımsız yargıyı zayıflatan, vesayet altına alan bir anayasa değişikliğine “EVET” oyu vermek, kendi ayağına kurşun sıkmaktan farksızdır.
Cevap: Anladığım kadarıyla bu metni hazırlayan arkadaşımız epey zorlanmış. Yargının verdiği olumlu kararları hep burada anlatıyor. Ceyda Evrim'in sınavı kazandığı halde okula alınmama davasında mahkemenin nasıl karar verdiğini unutmuş. Kürşat Ceylan'ın uğradığı ayrımcılık meselesini unutmuş. Pek çok sınıf öğretmeni arkadaşımızın yaşadıklarını ne çabuk unutmuş. Buna benzer pek çok karar var. Dahası. En büyük ayrımcılığı yargı sisteminden görüyoruz. Şu anda özürlülerin hakim ya da savcı olması yasaktır. Özürlüleri dışlayan, adam yerine koymayan yine şu yargı sistemini unutuvermek bence samimiyetsizliktir. Daha da acısı ne biliyor musunuz? Arkadaşımız veyaarkadaşlarımız bir önceki maddede karşı çıktıkları 61. maddenin 12 Eylül cuntası tarafından konduğunu unutuvermiş, bu sistemin değişmemesi için gayret ediyorlar. Yargının nasıl yürütmenin etkisinde kalacağını da açıklasalar öğrensek. Şu ankinden farklarını artı ve eksi olarak sıralasalar çok daha doğru olurdu. Anladığım kadarıyla Kemal Bey'in manşetlerle şişen yelkenini gerçek zannedip gemisine binmeyi planlıyorlar. Özürlüler için TTürkiye tarihindeki en önemli değişiklik olan bu anayasa değişikliğine bu şekilde karşı çıkmaları hepimiz adına üzüntü vericidir. Evet siyaset yapmak son derece doğal ve hakkınızdır. Hatta ben özellikle teşvik de ediyorum. Ama STK adı altında siyaset yapmak doğru değildir. Eğer analizi samimi ve gerçekçi bir şekilde yapıp evet deseniz veya demeseniz daha makul bulurdum ve yukarıdaki son cümleleri yazmazdım. Ben bu yazının muhatabı olan arkadaşlarıma, vatandaşlarıma diyorum ki, arkadaşlarımız gördüğünüz gibi ters köşeye yatmışlardır. Ne ibrettir ki, karşı çıkılan olmamıştır. O yüzden arkadaşlarımızın "evet" demeleri ve bu değişikliği desteklemeleri boyunlarının borcu, sizlere karşı sorumluluklarıdır. Eğer hala bahane bulmaya devam ederlerse ben ne diyebilirim ki? Takdir sizin. Ülkemizde dürüstlüğün, adaletin, iyi şeylerin olması, hepimizin hak ettiğimizi almamız için 12 Eylül'de başlayacak değişime evet diyelim. Bilelim ki aksi bir durumda sadece olumsuz düşünenler değil, hepimiz yanarız. evetler kazanırsa herkes faydalanır. Bizim faydalandığımız güzel şeylerden olumsuz düşünenlerin de faydalanmasının hiç bir mahsuru yoktur. Hayat, Türkiye ve dünya herkesin faydalanabileceği kadar güzel şeylere sahiptir. Yeter ki kavga etmeyelim, yeter ki israf etmeyelim, yeter ki adaletli olalım. Şer anlamındaki hayırı değil, iyi ve güzel anlamındaki hayrı kastederek bu süreci ve sonucun hepimize şimdiden hayırlı olmasını diliyorum.
Lokman AYVA
İSTANBUL MİLLETVEKİLİ